Bilgi
Kadınların Gizli Tarihi: Ortaçağ’da Cadı Avı
Kadınlar insanlık tarihi boyunca türlü haksızlıklara uğramışlardır. Cadı avı olayları da bunlardan birisidir. Orta Çağ’da cadı suçlaması yapılarak infaz edilmeleri geldikleri son itibarsızlık noktasıdır. Kadınların büyücülük ekseninde yakılarak cezalandırılması, bunun bir tür avlanma boyutu kazanarak, çağın korku kültürünü oluşturması özellikle 1400 ile 1700’lü yıllar aralığında cereyan etmiştir. Bu konuda bir sürü araştırma ve görüş vardır.
Tarihe şöyle bir baktığımızda popüler dizi-film sektöründen de yabancı olmadığımız cadı avı olayları Salem’de oldukça fazla yaşanmıştır. O dönemde burada yaşayan her 5 kişiden 4’ü cadı olarak suçlanmıştır. O yıllarda “Cadı” tabiri pek çok anlam üstlendi ancak bu avlarda, bir cadı iddia edilene göre Tanrı yerine şeytana itaat ederek sihirli güçler kazanan biriydi. Bu nedenle; hem bölgenin yöneticileri hem de halk kilisenin de etkisiyle bu insanlara çok fazla kinlendi. Örneğin; cadı olduğundan şüphelenilen bir kişi bağlanıp suda boğulmaya mahkûm bırakılıyordu. Eğer ölürse masum olduğu anlaşılıyordu, ölmediği taktirde ise cadı olduğuna kanaat getiriliyordu. Belki de o yıllarda sadece şifacı olmaya çalışan bu insanlar çeşitli ritüeller ve tedaviler uyguladıkları için paranormal olaylarla bağdaştırılıyordu. Bir noktaya daha değinmek gerekir ki günümüzde cadı olduğuna inanan insanların sayısı hiç de az değil.
Cadılığın o yıllardan günümüze kadar gelen tanımlaması, 15. yüzyıl sonralarında başlayarak Batı Avrupa kiliselerinde yayıldı. Papa, bir din adamı ve din bilimi profesörü olan Henrich Kraemer‘a 1485’teki cadı aramalarında araştırma yapmasına izni verdikten sonra olaylar hızlı bir şekilde gelişmeye başladı. Innsbruck kasabasındaki din adamının ilk soruşturması saygıdeğer vatandaşların sert biçimde sorgulanmasını onaylamayan yerel yönetimin fazla ilgisini çekmedi ve duruşmalarını sonlandırdılar. Yılmayarak “Malleus Maleficarum” yani “Cadıların Çekici” kitabını yazdı. Bu kitapta cadıların varlığını tartışıyordu ve onların nasıl avlanabileceği ardından da yargılarken nasıl acımasız taktiklerle bu işin sonlandırabileceği yazıyordu.
1593‘te Alman kasabası Nördlingen‘de Maria Höll isimli hancı büyücülük nedeniyle suçlandığında 62 defa türlü işkencelere maruz kaldı. Ardından aynı kasabada birkaç yıl önce suçlanan Rebekka Lemp daha kötü bir kaderle yüzleşti. Hapishaneden kocasına masum olsa bile işkence altında itiraf edeceğinden endişe duyduğunu yazdı. Çünkü işkenceler gerçekten insanlık dışıydı. Bu yalan itiraf neticesinden sonra ailesinin önünde kazıkta yakıldı. Höll ve Lemp, 15. yüzyıl sonlarından 18. yüzyıl başlarına kadar Avrupa ve Amerikan kolonilerinde gerçekleşen cadı avının kurbanlarıydı. Bu cadı avları tek bir otorite tarafından birleşmiş bir girişim değildi, daha çok tek tük olan bir olaydı ve her seferinde benzer bir biçimde ilerledi.
Bu cadı avları asırlarca ve kıtalar boyu tek tük olduğundan kendi özellerinde oldukça değişik olabiliyordu. Yargılanmış cadıların cezaları küçük para cezalarından kazıkta yanmaya kadar varabiliyordu. Bazıları yalnızca aylar sürerken Höll ve Lemp’in yargılandığı av dokuz yıl bitmek bilmedi. Cadı avları sırasında insanların cadı olup olmadığına karar veren jüriler arasında da bazen görüş ayrılıkları yaşansa da (bu kişiler genellikle bu vahşete dayanamayan doktorlar olurdu) jürinin tek dayanağı Kraemer‘ın “Cadıların Çekici” kitabı olurdu.
17. yüzyıl sonlarından 18. yüzyıl ortalarına kadar süren bu avları hükümetlerin değişmesiyle yavaş yavaş yok oldu. Geriye kalan ise bir sürü infaz ve bir sürü hikaye oldu.