Bugün Pentagram’ın eski gitaristlerinden ve bu ülkenin gördüğü en iyi gitaristlerden biri olan Ümit Yılbar’ın şehit oluşunun 21. yıl dönümü. Ümit Yılbar Siirt’te Jandarma Dağ Komando Asteğmen olarak askerliğini yapmaktayken PKK tarafından şehit edildiğinde ailesine teslim edilen eşyalarının arasında eskittiği seccade, şiirlerini ve denemelerini karaladığı günlüğü ve kırık dökük walkmaniyle bir kaç heavy metal&rock kaseti bulunuyordu. O tarihlerde tek özel tv olan star tv’de haber ve tartışma programlarında seccadesinin mevzu yapıldığını, insanların buna şaşırdığını hayretle izlemiştim. O zamanlar ülkenin seviyesizliğine hayretle bakıp özgür, klişelerden, önyargılardan arınmış bir toplumun, bir ülkenin hayallerini kurardım. O hayaller hala hayalken Ümit Yılbar çoktan unutuldu. Terörün mazeretlerini, devletin insanlarını ölüme bile bile gönderişinin bahanelerini dinlemek daha bir keyifli oldu. İnsanları öldürenlerin, özgürlüğü namlu ucuna indiren zorbaların meşruluğunu bir yana bırakmaksızın yapılan empatiler, Ümit Abi gibi dünyaya, hiç değilse yaşadığı topluma artı değer kazandırmaya çalışanlara sadece dolabındaki seccadeyi anlamak için uzaylılarla yapılırcasına yapıldı. Sanki bir metafordu o bu piyasada.
Bu ülkenin daha SSCB, bu toplumunsa henüz Kuzey Kore kıvamında olduğu yıllarda bırakın rock’n roll’u, daha blue jean denen şeyle bile yeni yeni muhatap oluyordu. Oysa Pentagram’da çaldı, sonra Big Bang adlı grubunu kurdu, pek çok kişiye gitarıyla pek çok şey anlattı. İnsana dair. Mesele modern olmakla, Batılı olmakla ilgili olmakla falan değil. Mesele dünyayı tanımak, sonra da bu bilinçle kendi dünyanı kurmakla ilgili. Eğer böyle bir olgunlaşma amacınız varsa, Ümit Abi gibi fark ortaya koyan, karakter ortaya koymaya çalışan, kupkuru cümlelerin ve saatlerin anlamını aramaya müzik gibi evrensel bir şeyle yapmaya çalışan insanlar çok değerlidir.
Adamın biri dünyanın bir yerinde bir melodi yakalıyor. Aynı duygu frekansında olan birilerine adı konamayacak birşeyler anlatıyor. Müzik budur. Sanat dediğimiz şey de zaten esasında bir insanın başka insanlara duygularını anlatmasıysa, bir tür iletişim aracıysa sınırların ötesine daha nasıl geçilebilir. Aslında Ümit Abi için hikaye sırf bu yüzden daha bir trajik. Ellerinde yok pahasına çaldığı gitarının yerine tutuşturulan silahların trajediden başka ne getirmesi beklenebilir ki zaten. Daha vahim olanı, böyle birinin ölüme gönderilişinin bu trajediye yaptığı katkıyı anlayamamak sanırım. E tabi çok olan şey değersizdir. Bizde bolca ölüm olduğuna göre en değersiz şey de o, adına “hayat” dediğimiz şey olsa gerek. Ölüme olan bunca laubalilik haliyle “yaşamak” denen şeye de tesir ediyor. Bu denli fakir bir toplum için atan kalp, ahiret hayatına da kayıtsız kalmadığı için yaşayışını ve hayatını bağışlamayı gayet normal bulmuş olmalı ki seve seve, isteye isteye gitmiş ölüme. Böyle insanlar için becerileri yalnızca bağışlanacak, paylaşılacak bir araçtır. Sermaye etmez hiçbir şeyi. Ekmeği böler gibi acımadan paylaşır. Herkesin gördüklerini görmez. Hayatı sever.
Bu yüzden ona kasteden ne olursa daha da sevdiği ahiret yolunda derhal harcar. Başkalarının hayatlarında trajediler bitsin diye zorbalığa karşı koymak için yaptığı müziğini, gün geldiğinde canıyla yer değiştirdi. Bence pek akıllıca olmamış. Erdemlerdense gerçekleri tercih etmeliydi. Savaşmayı reddetmeliydi falan. Peki o zaman tam anlamıyla savaş yeri olan bu ülkenin üçte birinde yaşanan vahşete kim karşı koyacaktı? Kurtarmış mı oldu şimdi, ne oldu? İlla akıl üstün basmalı değil mi? Sistem nasılsa manevi dünyası aklından derin olan cesur insanlardan gayet rahat faydalanıyor. Elinde silah olan herkes de aynı. Ümit Abi, bir gece uyuşturucu krizinde ölmedi. Ümit Abi herhangi bir örgütün militanı değildi. Ümit Abi herhangi bir cemaatin üyesi değildi. Ümit Abi herhangi bir ideolojinin veya ideolojik karşıtlığın silahşörü de değildi. Sadece bir bireydi. Başlı başına insandı. “İnsan ne demek” diye hiç düşünmeyen, sadece yeme-içme-sıçma ve saldırmaktan ibaret zombimsi bir topluluk tarafından lezzetle tüketildi. Onu neredeyse hiç kimse hatırlatmadı. Olsun. “İnsan” olanlar onun gibileri unutmayacak.
Kapak Fotoğraf: Pentagram 1989 Kadrosu / Harbiye Açıkhava Tiyatrosu (soldan sağa) Cenk Ünnü, Hakan Utangaç, Tarkan Gözübüyük, Ümit Yılbar
Not: Yazarımız Hasan Sarıışık. 25 Eylül 2014‘te kaleme aldığı bu yazıyı tekrar yayınlıyoruz.