Sizce sinemada dikkati, kalabalıkların teveccühünü ne çeker? Hangi senaryo, karakter, hikâye kayda değerdir? Sinema tarihinde öne çıkacak olan, bir filmi değerli kılacak olan, bir ülke sinemasını öne çıkaracak olan ne tip eserlerdir? Sinemaya ve sinemanın temsilleri üzerinden sosyo-psikolojik değerlendirmelere kısacası sinemaya önem veren herkes için bu ve benzeri sorular vazgeçilmezdir. Tüm sinema tarihi boyunca sürüp giden sorgulamalar…
Nirengi Kitap, ezberlerin dışında yaptığı işlere bir yenisini daha ekleyerek, Yeşil Çam Sinemasında “Yadigâr Ejder” lakabıyla iz bırakmış olan Adnan Ayberk üzerine yazılan “Bir Yadigâr Ejder Kitabı” adlı eseri yayımladı ve bugün yazar Erhan Tuncer’le Beyoğlu Avam Kahvesinde bir söyleşi gerçekleştirildi.
Söyleşi deyip geçmeyin, Erhan Tuncer sadece kitabı veya Yadigâr Ejder’i anlatmadı. Aynı zamanda; biz sinema izleyicilerinin psikolojileri üzerine, sinemanın, tarihçiliğin ezberlerinin toplum üzerinde oluşturduğu sorunlar ya da psiko-sosyal sorunların sinema üzerindeki etkileri gibi doğrudan günümüz toplumunu anlamaya yönelik değerlendirmelere, Türk Sinemasındaki gelir adaletsizliği, emek sömürüsünü, emek sömürüsünün izleyici ile ilişkisi, kitlelerin kahramanların peşinde koşarken tükettikleri üzerine insanın dünyaya bakış açısını etkileyecek bakış açılarını ortaya koymaya çalıştı.
Fotoğraf: Yadigar Ejder
Kitap, 2012’de yayıncı Mehmet Fatih Çelikkaya’nın Erhan Tuncer’e “Üçüncü Adamları kitap yapalım.” teklifiyle yazılmaya başlanmış. Erhan Tuncer, Maltepe Üniversitesi Sinema Bölümünden mezun olduktan sonra özellikle Türk Sineması üzerine çalışmaya devam etmiş, Türk Sinemasını baş karakterler, yapımcılar, bol izleyici toplayan filmlerin yönetmenleri üzerinden değil hemen her filme emek vermiş, Yeşil Çamı Yeşil Çam yapan karakter oyuncuları “Üçüncü Adamlar” üzerinden incelemeye karar vermiştir. Bu bakış açısı, “kahraman”, “jön”, “başrol” oyuncuları olarak anılan oyuncuların popülerliği üzerinden yapılan medyatik olanı, para kazandıranı takdir ederek pek çok emeğin ve bizatihi sinema sanatının zevkle sömürülmesinin rahatsızlığından neşreder. Üçüncü Adamlar projesi, bugüne kadar gösterilememiş bir cesaretle, plaza inşaatlarından madenlerde can verme pahasına kadar tüm emek alanlarında tükenip giden ve kendi hayatını birkaç sermaye ve iktidar sahibinin imajına, gücüne kurban verenlerin yaşamlarının, Nirengi Kitap yayıncılarının deyişiyle “küçük olanların” tarihe not olarak düşmeyi, toplumun değer verdiklerinin aslında kendisini tüketenler olduğunu anlatmaya çalışmayı ifade ediyor desek sanırım yanlış olmaz. Zaten bu muhteviyatta, yüzlerce maden işçisinin ölümünün bile toplumumuz tarafından nasıl da tüketildiğini, onca facebook profili karartmalarından, bir dizi hamasetten sonra somut hiçbir çözümün veya değişimin ortaya çıkmamasıyla Yeşil Çam filmlerinin kimliğini, karakterlerini veren şahsiyetlerin ve emeklerinin zerrece önemsenmeyişinin arasındaki benzerliğe atıf yapan örnekler vermiştir. Bunların arasında pek çok sinema oyuncusunun telif ve sosyal güvenlik haklarının verilmemiş olması bir yana, festivallerde, medyada, kamuoyunda neredeyse yok farz edilmesine ilişkin notlar düştü. Niceleri için kitabı okumanız gerek.
Fotoğraf: Erhan Tuncer
Bana en çarpıcı gelen iki hususu burada ifade etmeliyim: biri, Türk Sineması eserlerinin pek çoğunun arşivlenmemek ya da arşivlerde yeteri özeni göstermemek yüzünden artık varolmaması, ikincisi ise Yadigâr Ejder’in daha evvel hiç görmediğim ve aşağıda paylaştığım videosunda söyledikleri. İlki için enteresan bir anekdot düşmek isterim, Erhan Tuncer anlattı. Binlerce 35mm’lik film, içinde bulunan az bir orandaki gümüş yüzünden hurdacılar tarafından eritilmiş ve bu doğru dürüst bir maddi kazanç olması için bir defada onlarcasının eritilmesiyle gerçekleştirilmiştir. İşte bizim kendimize verdiğimiz değer ancak bu kadardır.
Yarı kalemle yazdıklarımın bir şey ifade etmesi için kitabı okumanız gerekecek. Onun ötesinde bu toplumda ve kronik sorunlarının doğurduğu kısır döngüde yaşayan bizlerin hayatında birşeylerin değişmesi için…
Son olarak, yayıncı Mehmet Fatih Çelikkaya’nın bir tespiti paylaşayım: “Esasında üçüncü adamlar, o filmlerde dayak yiyen, kötü adamı oynayanlar bizleriz. Bizi döven, gücünü gösteren o başrollere tapıyoruz.” Fatih’in bu sözü aklıma Özal ile Demirel’in bilek güreşini, ‘90’lardaki genel başkanların rekabetini, ardından Erdoğan’ın ortaya çıkıp herkesi bir bir devirmesini, her yeni gün ortaya çıkan yeni düşmanların mevcut kahramanlarımızca tartaklanmasını, Batılılar’a haddini bildiren Müslümanların maceralarını izleyip, böylece kendi varoluşunu gerçekleştirerek ortaya koyduğunu düşünen kamuoyunu getirdi. Alışmış kudurmuştan beterdir ne de olsa… Ha sinema ha başka şeyler; hepsi biziz.