Ayasofya‘nın altında geniş bir gizli alanın varlığına dair iddialar vardır. Bu iddialar Ayasofya’nın bilinmeyen gizli kalmış sırları olabileceği fikrini akıllara getirir. Örneğin, kriptoların erken Hıristiyanlık döneminin kilise mimarisinin ortak bir özelliği olduğu iyi bilinmektedir. Hristiyanların ölüleri kiliselerin altındaki mahzenlere gömme pratiği, ölüleri şehrin duvarlarının dışına gömme pagan uygulamasından oldukça farklıydı. 6. yüzyılda Hıristiyan dünyasının en önemli iki kilisesi olan Roma’daki Eski Aziz Petrus ve Kudüs’teki Kutsal Kabir Kilisesi‘nin de altlarında bir yeraltı alanı vardı.
Ayasofya Yer Altı Tünelleri
İlki, bir mezarlığın üzerine ve bir Etrüsk tanrısının tapınağının yakınına inşa edilmişken, ikincisi Yunan tanrıçası Afrodit’e adanmış bir tapınağın üzerine inşa edilmiştir. Ayasofya, Hristiyan aleminin en önemli kiliselerinden biri olduğu için, tıpkı Eski Aziz Petrus ve Kutsal Kabir Kilisesi gibi bir yeraltı alanına sahip olması bekleniyor. Üstelik bu iki kilise gibi Ayasofya’nın da bir pagan tapınağı üzerine inşa edilmiş olması mümkündür.
Ancak yapının 1935’ten beri araştırmacılar tarafından araştırılmasına rağmen Ayasofya’nın altında ne olduğu hakkında çok az şey biliniyor. Bir efsaneye göre Şeytan, Ayasofya’nın altına hapsedildi. Bir diğer efsaneye göre Bizans kalıntılarının, şehrin Osmanlılar tarafından fethinden önce kilisenin altındaki gizli odalarda rahipler tarafından saklandığı söyleniyordu. Ancak bunlar, onları destekleyecek çok fazla kanıt bulunmayan masallardır.
Ayasofya’nın Altındaki Yer Altı Tünellerini Keşfetmek
2005 yılında, yapı ve çevresinde kullanılan yer altı tünelleri ve su sisteminin işlevini uzun vadeli anlamak amacıyla Ayasofya ve çevresindeki kuyuların etüdü yapılmıştır. Araştırmada Ayasofya ve bahçelerinin içinde ve çevresinde dokuz kuyu tespit edildi. Bu kuyulardan beşi hala su içeriyordu ve ikisi ekip tarafından araştırıldı. Ayrıca havalandırma sağlamak ve nemi azaltmak için kullanılan tüneller de bulundu. Ayasofya’nın bilinmeyen yönleri hakkında bilgi edinmek için araştırmalar devam etti.
2009’da yönetmen Göksel Gülensoy, Ayasofya’nın yeraltı bölgesini araştıran bir belgesel çekti. Gülensoy‘un ekibinin kiliseyi Topkapı Sarayı ve Yerebatan Sarnıcı‘na bağlayan iki rezervuara dalmasına izin verildi. İlk rezervuarın dibine yakın, dalgıçlar iki kalın tahta parçası, bir kova ve bir hayvan iskeleti buldular.
Ekip, ikinci rezervuarda 1917 yılına ait bir dizi şişe, Ayasofya’nın avizelerinden cam, ucunda iki yüzük bulunan bir zincir ve vitray parçaları keşfetti. Şişelerin, 1917’de şehri işgal ettiklerinde kutsal su almaya çalışan İngiliz askerleri tarafından muhtemelen düşürüldüğü iddia edildi.
Ayasofya Tünellerindeki Sırlar
Yeraltı tünelleri İstanbul şehrini kaplamaktaydı. Bir kadırganın yelken açabileceği devasa sarnıç yerin altındaydı. Ayasofya’nın altındaki tüneller Kripto odalarına ve gizli yazı odalarına kadar uzanıyordu. Hazineler kuşatmalar nedeniyle Ayasofya’nın altına gizlenmişti. Hazinenin Ayasofya’nın altına gömüldüğüne dair kesin bir bilgi yoktu. Dalgıçlar, Ayasofya’nın altında, 13. yüzyıldan itibaren Ayasofya’ya gömülen ilk kişi olan St. Antinegos ve Patrik Athanasius’un altında bazı mezarlar ortaya çıkardı. Ekip, Sultanahmet Meydanı ve Topkapı Sarayı üzerinden yaklaşık 70 santimetre yüksekliğinde iki dar koridora ulaştı. Bu muhtemelen Bizans İmparatoru II. Theodosius tarafından 5. yüzyılda halk tarafından görülmemek için gizli bir tünel olarak kullanılmıştı.
Böylesine efsanevi uzun tünellerin veya gizli odaların herhangi bir izi, sadece bir günlük izin alındıktan sonra hala Ayasofya’nın gizli kalmış sırları arasındadır. Günümüzde de keşfedilecek yerleri var. Göksel Gülensoy yeni belgeselinde Ayasofya’nın yüzeyin altında yatan gizli sırlarını ortaya çıkarmaya çalıştı. Topkapı Sarayı ve Yerebatan Sarnıcı‘na bağlanan sarnıçları öğrenmek için iki dalgıç ve dört mağaracıdan oluşan ekibi ile daldı. Çalışmalarına 1998 yılında başlamasına rağmen, 2009 yılında Ayasofya’nın Derinliklerinde 50 dakikalık belgeselini tamamlayabildi.
Ayasofya’nın Dilek Sütunu
Yapının kuzeybatısında dilek sütunu olarak bilinen bir yapı vardır. Bu yapı ortası bronz levhalarla örtülü delikli bir sütundur. Bazı referanslarda, bu sütunun zamanla toplum arasında kutsanmış olduğu belirtilmektedir. Doğu Roma döneminde insanlar üzerinde iyileştirici bir etkisi olduğu söylentileri yer almıştır. Efsaneye göre, binada şiddetli bir baş ağrısıyla dolaşan İmparator Justinianus başını bu sütuna eğdi ve bir süre sonra baş ağrısının geçtiğini fark etti. Bu hikâye halk arasında duyuldu ve Ayasofya’nın sırrı olarak kabul edildi. Sütunun iyileştirici etkisine dair söylentiler dolaştı. Bu nedenle insanlar, parmaklarını sütundaki o deliğe sokup, hastalığın hissedildiği yere sürdüklerinde daha iyi olacaklarına inanıyorlardı. Bir başka efsaneye göre bu ıslaklık Meryem Ana’nın gözyaşı olarak tanımlanmaktadır.
İyileşme Kuyusu ve Dikkat Edilmesi Gereken Tabut
Ayasofya’daki büyük salonun ortasında bir kuyu vardır. Geçmişte bu kuyu, kalp hastalığı olanların sık sık geldiği bir yerdi. Buraya arka arkaya üç cumartesi günü aç karnına gelip sabah namazını kıldıktan sonra su içerlerdi. Bu gelenek cami müzeye dönüştürülene kadar devam etti. Su, Ayasofya’nın bilinmeyen sırları olarak kaldı. Çünkü bu suyun nasıl iyileştirici bir etki yaptığı bulunmasa da şifa olmaya devam etmektedir. Su tatlı ve mineralizedir.
Ayasofya’nın orta kıble kapısının üzerinde bir tabut bulunmaktadır. Sarı pirinçten yapılan bu tabut, Kraliçe Sofia‘nın mezarıdır. Bu tabut için bir tehlike olduğu söylenir. Tabuta asla dokunulmaması gerektiği sıkı sıkı tembih edilir. Çünkü tabuta dokunursanız büyük bir gürültü başlar ve tüm bina sallanmaya başlar.
Ayasofya’nın Kıbleye Yönelmesi
Ayasofya’nın binasının tam olarak doğru yerde olmadığı belirlenmişti. Bu sebeple Mekke’ye doğru hafif bir kayma gösteriyordu. Mimarın bir hatası olamayacağından, yapı zamanında tektonik hareketlerden dolayı hafif bir kayma olduğu düşünülüyordu. Ayasofya’nın sırları arasına yer alan olaya göre melek Hz. Cebrail‘in parmağıyla Ayasofya’yı döndürmüştür.